Müsilaj Tehlikesi

Doğamızın kendi kendini iyileştirebilme yetisinden mütevellit, kendisine yapılan haksızlıklara somut tepki verebilmesi uzun vadede olmaktadır.

Yukarıda gördüğünüz bu fotoğraf, hem hep unuttuğumuz ya da hiç hatırlamadığımız ama her geçen gün etkisini arttırmasında önemli ölçüde rol aldığımız küresel ısınma felaketine hem de artan nüfusumuzla beraber fazla tüketme arzumuzun harmanlanması ile oluşan evsel atık miktarına doğanın verdiği gözle görülür bir tepkiden daha fazlası, doğanın yardım çağrısı.

Sadece bu kadarla kalsa iyi! Evsel ve endüstriyel atıksularımızı ileri arıtım yapmadan derin deniz deşarjı ile Marmara denizine verdiğimiz için oluşturduğumuz kirlilik yükü sebebi ile suyumuzun rengini koyulaştırırken, 2000 yılından beri diğer denizlere oranla sıcaklığının daha fazla artmasına artmasına sebep olduk ve biz insanlar yüzünden tüm doğa müsilajlara merhaba demek zorunda kaldı.

Doğamızın kendi kendini iyileştirebilme yetisinden mütevellit, kendisine yapılan haksızlıklara somut tepki verebilmesi uzun vadede olmaktadır. Bu yüzdendir ki, biz insanlar koskocaman denize atılan bir izmaritin kirlilik yükünü düşünmeyiz. Ya da kestiğimiz bir ağaçtan dolayı çevreye ne olabilir ki, ne de olsa her biri tek tek kesilemeyecek kadar çok ağaca sahibiz (!). Oysa dünyamızın yaşam kalitesini o kadar düşürdük ve doğamızı o kadar yorduk ki, hayatı başka gezegenlerde aramaya başladık. Hunharca tükettiğimiz suyumuzun bir gün biteceğini kavradığımızda, Mars’ın fotoğraflarıyla göz göze geldik. Hiç bu açıdan düşündünüz mü?

Neden Marmara?

Peki müsilajlar Marmara’yı neden sardı? Sanayi devriminden beri 300 yıldır aralıksız olarak artan bir hızla dünyamızı küresel olarak ısıttığımız ve bunun bir sonucu olarak iklim değişikliğine sebep olduğumuz için, hep artan deniz suyu sıcaklıklarında 2-2,5 derecelik sapmalar olduğu kayıtlara geçmiş ve grafiklere göre bu yükselmelerin aynı şekilde devam edeceği ön görülmüştür. Marmara denizi, yukarıya çıkan sıcak denizler ile Karadeniz’in besin zengini suyu arasında sıkışmış bir denizdir ve aslında Marmara denizinin ilk 25 metresi Karadeniz kökenlidir. Bu iki tabakadan oluşan melez deniz Marmara’da iki tabakanın birbirine geçişini önleyen bir geçiş tabakası bulunmaktadır. Bu sebeple deniz suyundaki dikey karışım engellenmiş ve Marmara denizi durgun bir hale bürünmüştür. Aynı zamanda, normal koşullar altında Marmara’daki tuzluluk binde 19’ken Ada sahillerinden alınan numunelerin analizi sonucu tuzluluğun binde 24 olduğu görülmüştür. Kendi aramızda “deniz salyası” dediğimiz müsilajlar sıcağı ve durgunluğu çok sevdiği için bu yıl, her yıl olduğundan daha fazla oluşmuşlar ve maalesef yüzeyde bize göz kırpan kısım, buz dağının sadece görünen yüzüdür.

Tarımsal faaliyetlerimiz sonucu azotlu fosforlu gübrelerin ve kimyasalların direkt olarak denizlere verilmesinden dolayı, ötrofikasyon (alglerin aşırı çoğalması) yaşanması çok normal. Bu yılki kadar yoğun olmasa da 2007-2008 yıllarında da yoğun olarak gördüğümüz müsilajlar, fotosentez yaparak denizdeki biyolojik süreci başlatan mikro algler dediğimiz minik canlıların aşırı çoğalması sonucunda oluşan yapışkan bir salgıdır. Organik yapıda olduğundan virüs ve bakteriler için bir cennet olan bu salgı, suyun altında metrelerce uzanmaktadır. Bizlerin yüzeyde gördüğü, onların ölmüş halleri.

Su Altı Trajedisi

Ülkemizin kırsal kesimde yaşayan nüfusunun %3’ü balıkçılıkla geçinmektedir. Derinlikleri canlı canlı saran, yüzeyde cesetleri ile gün yüzüne çıkan deniz salyaları yüzünden balıkçılık felç olmanın eşiğine ulaşmıştır. Atılan balık ağlarını müsilajların tıkaması bir yana, midye yetiştiriciliğinde de yolun sonu görünmüştür. Müsilajlar, suyu yüzerek temizleyen midyeleri öldürerek zararlı ekolojik etkilerini katlamış oluyor. Uzmanların bir kısmı bu sıralar midye yemenin sağlığa zararlı olacağı kanısındayken, bir kısmı da müsilajların organik yapıda olmasından dolayı herhangi bir sıkıntı olmayacağı düşüncesindedir. Sağlık açısından muallakta kalınsa da, ekonomik açıdan bakıldığında su soğutmalı teknelerdeki makinelerin motorlarına dolanarak arızaya sebep olmaları, yüksek maliyet oluşturan bir başka trajedidir. 

Bilinçsiz Derin Deniz Deşarjı Mı?

Aslında dikkatimizi çekmemiş olsa da, Ocak ayından itibaren başta denizdeki canlıları sonra da balıkçılar olmak üzere bizleri etkilemeye başlayan bu trajedi, su ekosistemlerimizin arıtılmamış sularımızla kaynaşmasının büyük bir sonucudur. Oysa sadece Uludağ’ın eteklerinden akan Nilüfer çayının siyah rengi ya da Trakya’nın kanayan yarası Ergene Nehri’ne ve onun en büyük kollarından biri olan Çorlu Suyu’na ileri arıtım yapılmadan, sadece ön arıtımdan geçirilerek evsel ve endüstriyel atık suların deşarj edilmesi, müsilajların çoğalması için kuvvetli sebeplerdi. Çağımızın en büyük sorunlarından biri temiz suya ulaşım sıkıntısı olduğu halde, gelişen teknolojiye sahip olsak da doğal kaynaklarımızı korumakta zorluk çekiyoruz. Artan nüfusa ve özellikle kıyı bölgelerinde gelişen bir sanayiye sahip olan Marmara’da, Marmara denizine yaptığımız bilinçsiz derin deniz deşarjlarına devam edersek, bu tip hadiselerden korunmamız epey zorlu olacaktır. Deniz bunu yuttu zannediyoruz fakat Marmara artık pis su yutmaktan bıktı ve gösterdiği tepkiyi görmemek için kör olmak gerekir. Burada önemli olan, çevremize bakmak değil; bakarken görmeyi becerebilmektir.

Marmara denizi, etrafında 25 milyon insan barındırdığından dolayı, evsel ve endüstriyel atıksulardan fazlaca etkilenen bir denizdir. Bu tip etkiler, denizdeki biyo çeşitliliğin azalması için yeterlidir. Müsilajın oluşmasına neden olan bazı türlerin, toksin içerebiliyor olması solungaçla nefes alan bazı canlılar için risk oluşturmaktadır. Ancak bu tip canlılar genellikle bu tehlikeyi sezdikleri zaman, bu bölgeden kaçmakta ve bu da canlılarda ve biyo çeşitlilikte azalmaya sebep olmaktadır.

Ne Kadar Tüketiyoruz?

Sadece çöplerimizi doğru atık kutularına atmakla yetinmek, bir adım öteye gidebilmek yerine olduğumuz yerde saymak anlamına gelir. Sürekli olarak fazla su tüketmek, dişlerimizi fırçalarken önümüzde boşa akıp giden 25-30 L su, bir kot pantolona harcanan 11000 L veya bir ayakkabı için harcanan 16600 L gibi sanal sulara rağmen tüketme alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz.

Bir malın üretiminde kullanılan toplam su kaynaklarına su ayak izi denilir ve bu suyun tüketim göstergesidir. Su ayak izimiz, kontrolsüz tarımsal sulama, tüketim çılgınlığı ve biz insanların su tüketim alışkanlıklarından dolayı artar ve öncelikle yapılması gereken en basit şey milletçe bilinçlendirme çalışmaları yapılmasıdır. Atıksu Geri Kazanım Tesisleri’ni ve aynı zamanda Yağmur Suyu Arıtma Sistemleri gibi sistemleri ülkemizde yaygınlaştırarak, müsilajlar gibi felaketlerden korunmayı başarabiliriz.

Sahip olduğumuz yanlış bilincin çatısı altında, hatalarımızdan ders almadan ve yapılması gerekenlere göz yumarken, bir gün başka gezegenlerde hayatı bulursak; bu kaybettiğimiz ikinci hayat olacak.

Nasıl Mücadele Edeceğiz?

Arttırdığımız sıcaklıkları düşüremeyiz, değiştirdiğimiz iklimi eski haline geri getiremeyiz. Yazlarımızı yaz aylarında, kışlarımızı kış aylarında yaşamak için artık ne kadar çaba sarf edersek edelim, uzmanlara göre 22.yüzyıla kadar bozduğumuz düzeni düzeltemeyeceğiz. Ama en azından evsel atıklarımızı denizlere değil evsel atık kutularına atmayı, atık sularımızı gelişigüzel deşarj etmek yerine yeniden arıtıp farklı amaçlarla kullanmayı tercih edebiliriz. Çünkü arıtılmış atıksuların yeniden kullanılması gelecek nesiller için bir umut olduğu gibi, bir sonraki yüzyıla sürdürülebilir felaketler ile değil de sürdürülebilir bir çevre ile eşlik edebilmenin müthiş bir yoludur.

Deniz salyasının deniz canlılarına yarattığı en büyük problem, sudaki oksijeni tüketmesi ve atmosferden de oksijen kazanımını engellemesidir. Bu çerçevede, Marmara çevresindeki tüm belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek acil eylem planı oluşturmaları planlanabilir. Bireylerden kurumlara kadar herkesin bu konuda özverili çalışması demek, doğamıza sahip çıkmamız ve bu trajedinin bir daha gerçekleşme olasılığını düşürmek demektir.

Ne Kadar Tüketiyoruz?

Sadece çöplerimizi doğru atık kutularına atmakla yetinmek, bir adım öteye gidebilmek yerine olduğumuz yerde saymak anlamına gelir. Sürekli olarak fazla su tüketmek, dişlerimizi fırçalarken önümüzde boşa akıp giden 25-30 L su, bir kot pantolona harcanan 11000 L veya bir ayakkabı için harcanan 16600 L gibi sanal sulara rağmen tüketme alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz.

Bir malın üretiminde kullanılan toplam su kaynaklarına su ayak izi denilir ve bu suyun tüketim göstergesidir. Su ayak izimiz, kontrolsüz tarımsal sulama, tüketim çılgınlığı ve biz insanların su tüketim alışkanlıklarından dolayı artar ve öncelikle yapılması gereken en basit şey milletçe bilinçlendirme çalışmaları yapılmasıdır. Atıksu Geri Kazanım Tesisleri’ni ve aynı zamanda Yağmur Suyu Arıtma Sistemleri gibi sistemleri ülkemizde yaygınlaştırarak, müsilajlar gibi felaketlerden korunmayı başarabiliriz.

Sahip olduğumuz yanlış bilincin çatısı altında, hatalarımızdan ders almadan ve yapılması gerekenlere göz yumarken, bir gün başka gezegenlerde hayatı bulursak; bu kaybettiğimiz ikinci hayat olacak.

detaylı bilgi için lütfen bizi arayın.